MAYISHAZIRAN2025 Zekeriya Şimşek
Çeşme’leşen Urla
Çeşme’leşen Urla Anaksagoras (MÖ 500, Urla-MÖ 428), Yorgo Seferis (1900, Urla-1971) Necati Cumalı (1921-2001, çocukluk ve gençlik yılları), Tanju Okan (1938-1996, Urla), Süreyya Berfe (1943-2024, Urla)… Urla’nın iz bırakan sakinlerinden ilk aklıma gelenler. Urla, astım hastalarına iyi gelen temiz havası, zeytini, zeytinyağı, enginarı, üzüm bağları ve şifalı otları ile nevi şahsına münhasır bir deniz beldesiydi düne kadar. Temiz havasıyla Ege’nin akciğerlerinden, dünyanın en temiz hava koridorlarından bir yer. Ya bugün? Urla’yı da Çeşme’leştirme merakı dolu dizgin. Nezih azınlığı tenzih etmekle birlikte; küçük ölçekli şarap üreticilerinin şaraptan anlamayan görgüsüz/yerli turistlere eksantrik sunumlarla fahiş fiyata “okuttukları” şaraplar ve sonradan olma şeflerin ne idüğü belirsiz menüler resmî geçidiyle genetiği bozulmuştur Urla’nın. Hijyen özürlü konaklama yerleriyse bonustur. Başrolde, yine, dokunduğu yeri mahveden işgalci İstanbullular! İnsan olmanın ölçüsünün “dik duruş” değil “çok kuruş” üzerinden değerlendirildiği günümüzde; turizm olgusu da gelişmelerden payını aldı. Merkezî yönetimin işbilmezliği (ya da işine öyle gelmesi) yerel halkların kimyasını bozdu. Gelişmiş ülkelerin korumacı turizm politika ve stratejilerini yerel yöneticilerimiz de anlamadı, anlamıyor, anlamak istemiyor. İlle de rant! Urla, “ucube yapılaşma” ve “paragöz zihniyet”in ele geçirdiği son lokasyonlardan biri. Barbaros, Balıklıova, Özbek, Bademler, Gülbahçe, Kuşçular, İçmeler, Nohutalan, Kadıovacık, Uzunkuyu, Zeytineli, Zeytinalanı, Zeytinler... Urla’nın güzel köyleri yitik artık. Yemyeşil çamlar, gümüşî zeytinler ve bağlarla çevriliydiler… Bir inziva köşesi dingin köy yaşamıyla Barbaros, eski bir Rum köyü olan Balıklıova, şirin bir balıkçı kasabası Özbek, ilk köy tiyatrosuna sahip oluşuyla şöhretli Bademler, Bizans hamamları ve Osmanlı Sarayı’na gönderilen içme suyu ile meşhur Gülbahçe, Evliyâ Çelebi’nin “Ya Helvacılar’da 7 dönüm üzüm bağım, ya da Azmak’ta bir teknem olsun” diye söz ettiği Kuşçular, suyunu içip içip tepeye doğru koşarak çırçır yaptığımız sindirim sistemini düzenleyici tabii maden suyuyla çocukluğumun İçmeler’i, nohut ve kavun diyarı Boşnak köyü Nohutalan ve diğerleri… Urla; Klazomenai, Limantepe ve Karantina Adası ile de ayrıcalıklı bir tarihî dokuya sahiptir. 1950’li yıllar itibariyle arkeologların yoğun araştırma alanı olan bölge, süregelen kazılar bağlamında koruma altındadır. Urla’nın tarihi, İyonya’nın on iki şehrinden biri olan Klazomenai ile MÖ 2000 yıllarına kadar uzanır. Klazomenai Antik Kenti; Limantepe’den batıdaki Ayyıldız ve Cankurtaran tepeleri eteklerine ve Karantina Adası’na kadar geniş bir alandır. Kazılarda Erken Tunç Çağı’ndan kalma koridorlu ev olarak tanımlanan saray yapısının bir bölümü ile buraya yakın, yüksekliği altı metreye yaklaşan surlar ve Orta Tunç Çağı mirası yuvarlak tek mekânlı evler, fırın ve ocak yerleri ortaya çıkarılmıştır. Klazomenai, MÖ 6. yüzyıla tarihlenen bir “zeytinyağı işliği”nin yani “yağhane”nin bulunmasıyla çok önemlidir. 2004-2005’de Prof. Dr. Güven Bakır liderliğinde keşfedilen zeytinyağı işliği, zeytinyağı üretiminde bugün de kullanılan tekniklerin 2600 yıl önce dünyada ilk defa bu bölgede geliştirildiğinin kanıtıdır. 4000 yıllık geçmişiyle Türkiye’nin ilk sualtı kazı alanı olan Limantepe Höyüğü, Ege kıyılarında bilinen en eski liman yerleşim merkezi. 1950’de Prof. Dr. Ekrem Akurgal liderliğinde ortaya çıkarılmıştır. Urla merkeze yaklaşık 500 metre uzaklıktaki Karantina Adası, Osmanlı İmparatorluğu döneminde bulaşıcı hastalıklarla mücadele amaçlı kullanılmıştır. Adını Fransızların 1865’te yaptığı karantina tesislerinden alan 323 dönümlük ada, ilk kez Büyük İskender döneminde karaya bağlanmıştır. 1955 sonrası dolgu alanlar eklenmiş, bugün sit alanı kapsamında ve T.C. Sağlık Bakanlığı mülkiyetindedir. Umarım ki, bir gün müzeye dönüştürülür. Urla, 1330’lu yıllarda Aydınoğulları Beyliği ile ilk kez Türk egemenliğine girmiştir. Sonrası Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi… Adının Latince/Rumca bataklık-sazlık anlamına gelen “Vurla” sözcüğünden ya da 1425-1426’da Aydınoğulları’nı ortadan kaldıran Osmanlı 6.Padişahı II. Murad’ın, Urla’yı fetih seferine çıkan komutanına “Uğurola” deyişinden türetildiği rivayettir. Burada bir parantez açmalıyım; Ulu Cami olarak da bilinen İbrahim Bey Camii, Aydınoğlu İbrahim Bey tarafından 1330-1345 arası yaptırılmış olup; cami, hamam, sıbyan mektebi ve şadırvandan oluşan külliyesiyle tarihî bir değerdir. Avlusunda yaşının üç yüzyılı aşkın olduğu tahmin edilen bir çınar ağacı vardır. Öte yandan Evliyâ Çelebi, şehrin Kıdafe Kralı’nın kızı “Ulice” tarafından kurulduğunu ve şehrin adının, onun adının halk diliyle “Urla”ya evrilmesinden geldiğini yazmaktaysa da Evliyâ arada bir yaptığını yapmış, “üfürmüş”tür. Tarih okumalarında Kıdafe diye bir krallığa rastlanmamaktadır. Kreatif ve kadim bunca zenginliğini ikinci plana atmak üzerinden “Çeşme’leşen Urla” size de itici ve incitici gelmiyor mu? Dünün “az insan çok huzur” iklimi bugün yerini “canavarlaştırdığımız turizm”e terk ederken Akdeniz çanağında Arap ülkeleriyle aynı kategoride değerlendiriliyoruz, turizm ülkesi olamadık ne yazık ki! Biz, turizmi ezelden ebede, yediden yetmişe ve 7/24 müşteriyi kazıklama sanatı ve doğayı “kafamıza göre” şekillendirme müteahhitliği olarak bildik ve içselleştirdik. Bu uğurda döktüğümüz terin binde birini “hizmet kalitesi” için “doğayla barışık yaşamak” için harcamadık, harcamıyoruz, harcamak niyetimizde yok! Sosyal medyada omurgasız yapısıyla kolaylaştırıcımız. Meydan AVM’nin yerinde otogar vardı bir zamanlar, otogarın girişindeki seyyar köfteci “Hoş geldiniz” derdi gelenlere… Rant kanına girmiş, sarıp sarmalamıştır Urla’yı da. Sonuç; elbet bir gün duvara toslayıp buluşacağız, son pişmanlık işe yaramayacak…